Hata yapmak
Okulda küçük çocuklarla vakit geçirmişseniz veya geçirmiş insanlar hakkında kitap okumuşsanız bile, yanlış cevap vermekten ne kadar korktuklarını bilirsiniz. Çocuklarla vakit geçirmenize de gerek yok, birileriyle sohbet ederken, bilmediğinizi gösteren bir şey söylediğinizde utanırsınız. Bilgisayar oyunu oynarken, iyi gitmiyorsa, hemen bir bahane bulmaya çalışırsınız. İnsanlar başarısız olmaktan nefret ediyor, o kadar ki denemeyi bırakacak kadar.
Sorun da burada, çünkü başarısızlık aslında çoğu zaman yaptığımız şey. Yeteneklerinizi genişletmenin tek yolu, yapabileceklerinizin biraz ötesinde şeyler yapmaya çalışmaktır, ki bu da çoğu zaman başarısız olacağınız anlamına gelir. Rekabetçi ortamlarda durum daha da garipleşir. Sadece antremana bağlı bir oyunda, benden daha çok antreman yapmış birine karşı oynuyorsam, ne kadar iyi biri de olsam, kaybetmem çok olası. Buna rağmen aşağılanmış hissederim.
Düzgün bir eğitim ortamı yaratmak isteyen herkesin bu sorunu çözmesi gerekiyor. Bunu yapmanın iki yolu var gibi gözüküyor: insanları başarısızlıktan utanmayacakları şekilde düzeltmeye çalışmak veya insanların başarısız olmayacakları ortamlar yaratmak. Bu tercihler insanları felsefi-politik tartışmalara sürüklüyor (çocukların kendine güvenmelerini sağlamak gerçek hayatı kaldıramayacakları anlamına geliyor! Çocukların başarısızlığını engelleyerek çok üstlerine düşmüş oluyoruz.) ama şimdilik hangisinin çalışacağına odaklanalım.
Tanıdığım herkeste az ya da çok bu sorun olduğundan, insanların hata yapmayı kabullenmeleri zor gözüküyor. Arada bazı istisnalar çıkıyor - Richard Feynman gibi başınabuyruklar (başka insanların ne düşündüğünü neden önemsiyorsun?), ne kadarını gösterdiklerini ölçmek zor olsa da, çoğu zaman korkusuz gözüken insanlar. Ama bu insanların neden böyle olduklarına dair bir kalıp yok.
Bir çok korkunun ana kaynaklarından biri sonuç odaklı eğitim sistemi olduğu görünüyor; derslerin notlandırılması (A,B,C), öğrencilerin sıralanması (1.,2.,3.). Muhtemelen hata yapmaktan korkan yetişkinler de çocukluklarında benzer şeyler yaşadıklarından kaynaklanıyordur. Eğer böyleyse, mecburi olmayan bir ortam sorunu çözüyor. Ama bu ümit etmek için fazla.
Muhtemelen çözüm, bazılarının önerdiği gibi, özgüveni sağlamak. Bir konuda yanlış yapsalar bile, kendilerine güvenebilecekleri başka konuların olduğunu görmek. Bu sürecin bende işlediğini görebiliyorum: "Pff, guitar hero'da beni yenebilirler, ama hala blog yazabiliyorum". Ama özgüven aslında yastık gibi: düşüşü yumuşatıyor, ama engellemiyor.
Görünen o ki, esas mevzu, öğrencinin hareketleriyle değerinin birbirinden ayrı tutulması. Başarısızlığın acıtmasının sebebi, bizi kötü yansıttığını düşünmemiz. Hata yaptım, dolayısıyla başarısız biriyim. Ama durum böyle değilse, üzülecek bir şey yok.
Kişinin kendini hareketlerinden bağımsız değerlendirmesi saçma gelebilir, ama psikolojide bundan bahseden birçok parça var. Richard Layard, Mutluluk: Yeni Bilimden Dersler isimli araştırmasında tutarlı bir şekilde kendisini etraftan koparan insanların - bu Budist meditasyonuyla, Hristiyan inancıyla ya da bilişsel terapiyle olabilir - daha mutlu olduğunu farklı çalışmaların ortaya koyduğunu vurgulamıştır. "Tüm zevklerin, hatta fiziksel acıların dalgalandığı gözlemlenmiştir ve biz kendimizi denizdeki dalgalar gibi görürüz. Deniz sonsuzdur ve dalgalar sadece o anki halidir." (sayfa 191)
Benzer şekilde, çocuklar üzerine yapılan çalışmalara daha odaklanmış olan Alfie Kohn'un bulgularına göre, kim olursa olsun, ne yaparsa yapsın, çocuklarına sevgilerini gösteren ebeveynlerin çocuklarının zihinsel sağlığında hayati bir rol oynadığını bulmuştur. Bu kavram bazı tatsız felsefi tartışmalara yol açabilir - yaptıklarımızın toplamı değilsek neyiz? - ama gündelik hayattaki anlamı net. Çocuklar, hatta tüm insanlar, bu dünyaya tutunabilmek için koşulsuz sevgi ve desteğe ihtiyaç duyar. Hatta ebeveyn bağlılığı çalışmaları, çocukların anneleri desteklemek için yakınlarında olmadan bilmedikleri bir odaya girmediklerini, aynı zamanda bunun maymunlarda da olduğunu, bulmuştur.
Diğer taraftan, bu tarz düşünceleri engelleyecek bir eğitim merkezi nasıl kurulur? Notlar ve rekabetin olmaması gerektiği belli, ama buna rağmen Mission Hill'de gördüğümüz gibi, çocuklar başarısızlıktan korkuyor.
Amerikan okullarının daha da bireyselleşmesinden tiksinsem de, tek başına çalışmanın çözümlerden biri olduğu aşikar. Çocuklar tahtaya kalkınca utanıyor, utangaç çocuklara küçük gruplar içinde zorbalık yapılıyor, bunların çıkış yolu tek başına yapmak gibi gözüküyor.
Bu daha verimli gözüküyor. İnsanlar üstünde adlarının yazmadığı kağıda aptalca sorular yazmaya daha meyilli. Bilgisayar oynarken başarısız olunca, yenene kadar hemen tekrar denemek istiyoruz. Görünen o ki, hata yaptığını kimse bilmediği zaman, üstesinden gelmek çok daha kolay. Belki de insanların seni nasıl göreceğini etkilemeyeceği içindir.
Okullar böyle koşulsal bakış açılarını engellemek için onların önemsiz olduğunu göstermeye çalışabilir. Tüm sınıflarda karışık yaş grubu olan Mission Hill'de bile, yaş kavramı ve mezuniyet için gereklilikler vardı. Peki ya okul, geçmeniz gereken bir yol yerine, seçebileceğiniz birçok yoldan oluşsaydı? Herkes aynı yoldan geçmiyorsa, sıranın neresinde olduğunuzun bir anlamı kalmazdı.
Peki bir sonraki adımı atabilir miyiz? Okullar öğrencileri koşulsuz görmenin ötesinde, kendilerini de öyle görmelerini sağlayabilir mi? Herkese Budist meditasyonu veya benzeri şeyler (ki çalışmalar faydalı olduğunu gösteriyor.) öğretebiliriz, ama okulun yapısında bu tarz düşünceyi destekleyen şeylerin olması daha iyi olur.
Teslim tarihleri ve gereklilikleri kaldırmak, öğrencilerin anı yaşamasında yardımcı olur. Tüm öğrencilerle ilgilenmek insan olarak değerli hissetmelerini sağlar. Güvenilir ve tehlikesiz bir ortam, başkalarına ne kadar güvenebilecekleri kaygılarını ortadan kaldırır. Bunlar tabii ki daha büyük toplumlarda da pozitif etki yaratır.
Genellikle okulların iyi insan yetiştiren sistemler olduğu düşünülür. Belki de artık insanların iyi olması için ortamlar olduğunu düşünmenin vakti gelmiştir.
Mission Hill okulları (Wikipedia): Mission Hill okulları, 8. sınıfa kadar eğitim veren, Boston Devlet Okulları'nın açtığı küçük bir pilot okuldur. 1997 senesinde Deborah Meier ve arkadaşları tarafından kurulmuş olan okul, pedagojik yaklaşımı ve öğrencilerinin akademik başarıları sebebiyle bir çok kitap, makale, webistesi ve filmde yer almıştır. Meier kendi kitap, makale ve konuşmalarında da okulu örnek vermiştir.
Yaklaşık 220 kişilik çeşitli öğrencilerden oluşan okulun sıradışı yanları, okulla alakalı kararların demokratik alınması, sınıfların seviyeleri, beş demokratik "Akıl Alışkanlığı"'na odaklı müfredat, okul çapında tema ile ilgili birimler, sanat dalları üzerine vurgu, ve mezuniyet için öğrencinin değerlendirme kurulunda savunmasını yaptığı portfolyosudur. Mezunların lise ve üniversitede önemli akademik başarılar aldıkları görülmüştür. Öğrenciler Boston Devlet Okulları'nın kararıyla, çekilişle okula kabul almışlardır (ailelerin okula yürüme mesafesinde yaşıyor olması, okulda okuyan kardeşlerin olması gibi durumlar göz önünde bulundurularak). Mission Hill okulları "Temel Eğitim Koalisyonu"'nun da bir parçasıdır. Okulun güncel müdürü Ayla Gavins olmuştur.
Last updated