Keynes'in kısaca açıklaması
Ekonomi ders kitaplarını okursanız, iş pazarının diğer pazarlar gibi olduğunu göreceksiniz. Arz (çalışanlar) ve talep (iş verenler) burada da var. Ve pazar rekabetinin inanılmaz gücü, fiyatı (maaş) bu ikisinin buluşacağı yere doğru iter. Böylece satılmayan tonlarca buğday ile kitlesel işsizliğin sebepleri aynı yere çıkabilir: Eğer insanlar satın almıyorsa, sebebi fiyatı çok yüksek tutuyor olmandır.
Diğer taraftan, bunu yazarken ülkenin %17.5'i işsiz. Herkes çok yüksek maaş konusunda mı ısrarcı? Ekonomistler çok saçma açıklamalar yapmaya zorlanıyorlar. Bazıları, insanların iş olanaklarının nerelerde olduğunu bilmediğini söylüyor. (Belki de hükümet Craigslist reklamı yapmalı.) Veya belki de eski inşaat işçilerinin yeni işleri öğrenmeleri biraz zaman alıyordur. (Aslında işsizlik oranı tüm sektörlerde artıyor.) Ama yine en sonunda kitapta yazan sonuca varıyorlar: insanlar çok yüksek maaşlar talep ediyorlar.
John Maynard Keynes tüm bunların saçmalık olduğuna dair bir sezgisi vardı. İş pazarı özel bir pazardır, çünkü bu pazarın arzı olan insanlar, diğer pazarlardaki talep kaynağıdır. Sonuçta insanlar neden buğday yetiştirmek için işe alınıyor? Çünkü günün sonunda başka insanlar buğday almak istiyor. Ama ya birçok insan işsiz oldukları için harcamalarını kısarsa. O zaman müşteri azaldığı için o kadar çok kişinin çalışmasına gerek kalmaz, yani istihdam azalır.
Temel ekonomi teorisinde büyük hatalar olduğu ortada. O yüzden Keynes'in başyapıtı, ‘İstihdamın, Paranın ve Faizin Genel Teorisi’ üstünden bir geçip, ekonominin nasıl yürüdüğüne dair olan düşüncelerini anlayalım.
Ay sonunda maaşınızı aldığınızda, harcamaya başlarız. Ama muhtemelen hepsini harcamayız - bir kısmını, çocukken öğretildiği gibi, biriktiririz. Para biriktirmek milli bir erdem olarak görülür – Kamu Hizmeti Duyuruları ve konuşan kumbaralar bu yüzden var. Ve herkes sebebini biliyor: bugün biriktirdiğin para, yarın daha değerli olacak.
Ama burada bir tür yanılsama var. Para kendi başına değerli değildir, bir şeyler alabilme imkanı sunduğu için işe yarar. Bir şeyler alabilme imkanını da, başka insanların bir şeyler üretmesini karşıladığı için sunar. Ama insanları banka hesabınıza koyamazsınız eğer on beş milyon insan işsizse, ihtiyaç olduğunda kullanmak için onların zamanlarını kumbaraya koyamazsınız. Yapmış olabilecekleri işler sonsuza kadar kaybolur.
Sonuç olarak bazı insanlar biriktirirken, diğerleri onlardan ödünç alır - komşunuzun iki iPod almasını sağlayabilirsiniz, seneye sizin dört adet almanızı sağlaması karşılığında- ama devlet böyle çalışamaz. Birilerinin bizim ürettiğimiz şeyleri alması gerek. Ama herkes para biriktiriyorsa, bu alışveriş yapmıyorlar anlamına gelir. Bu da bir şeyler üreten insanların işsiz olmaları anlamına gelir.
Burada bir kısır döngü var; insanlar daha az alışveriş yaparsa, şirketler de daha az kazanır, çalışanlarına daha az maaş verir, dolayısıyla insanlar daha az alışveriş yapar. Ve herkes işsiz kalana kadar bu böyle devam eder. (İyi ki durum buraya kadar gitmiyor - sadece bazı şirketler maaşları azaltmadığı için. Yani ana akım ekonomistlerin işsizliğe sebep olduğunu söylediği şey, aslında işsizliği engelliyor!)
Bu döngü terse de dönebilir. Donald Trump'ın yeni bir gökdelen için işsizlere istihdam sağladığını düşünün. Bir anda insanlar maaş alıyor, dolayısıyla alışveriş yapabiliyor. Böylece yapılan her alışveriş farklı bir iş koluna gider, o iş kollarında yeni istihdam olanakları oluşur. Ardından istihdam sahibi olan insanlar da alışveriş yapmaya başlar ve bu böyle gider. Bu da çarpan etkisi: harcanan her dolar, bir dolardan daha fazla değer yaratır, bu da ekonomiyi kalkındırır.
Şimdi bir de işveren tarafından bakalım - kamyon fabrikanız olduğunu varsayalım. Kaç tane kamyon üreteceğinizi nasıl hesaplarsınız? Karlı bir şekilde kaç tane satabileceğinizi düşünüyorsanız o kadar. Ama bunu hesaplamanın bir yolu yok - müşterilerin gelecekteki kararlarıyla alakalı bir durum. Kelimenin tam anlamıyla bilmenin hiçbir yolu yok. Yine de kamyonlar üretilmeye devam ediyor.
Keynes'in dediğine göre, eskiden varlıklı insanlar yatırım yapmayı mantıklı buluyorlardı. Oturup hangi hisseden daha çok beklenen getiri alabileceklerini hesaplamayacaklardı, hisseler korkaklar içindi. Bunlar adam gibi adamlardı ve paralarıyla tren yolu yapacaklardı.
Artık insanları böyle zengin etmiyorlar. Şimdi, paralarını borsaya yatırıyorlar. Bir girişim seçip yaptırım yapmak yerine, (Instead of boldly picking one great enterprise to invest in) her hafta paralarını oradan oraya gezdiriyorlar (ya da bunu yapması için birini tutuyorlar). Dolayısıyla bugünlerde yeni yatırımları canlandıran şey borsa.
Peki borsa, karların ne olacağını nasıl hesaplıyor? Açıkçası sizden daha fazla bir fikirleri yok. Belli bir gelenek etrafında dolanıyor. Şu anki hisse değeri üzerinden bir tahmin yaratıp, dış etmenler tarafından etkileniyormuş gibi yapıyorlar. En temel noktayı atlıyoruz, hisse değerinin ne kadar olması gerektiği konusunda kimsenin hiçbir fikri yok.
Dolayısıyla, hangi girişimlerin gelecekte kazanç getireceğini bulmak için çalışıp, onlara yatırım yapmak yerine, gelecekte hisselerin nasıl değişeceğini tahmin edip doğru zamanda hamle yapmaya çalışıyorlar. Dev bir sandalye kapmaca oyunu gibi - herkes müzik durduğunda ayakta kalan olmamak için koşuşturuyor.
Veya bunu yüzlerce yüz arasından en güzel altı yüzü bulmaya çalıştığınız gazete yarışmalarına da benzetebiliriz. Ödül en çok seçilen yüzü seçen kişiye gidiyor, dolayısıyla en güzel bulduğunuz yüzleri değil, herkesin en güzel bulduğunu düşündüğünüz yüzleri seçiyorsunuz. Tam olarak böyle de değil aslında, çünkü herkes böyle yapıyor. Siz aslında diğer herkesin en güzel olarak düşüneceğini tahmin ettiğiniz yüzleri seçmeye çalışıyorsunuz. Ve şüphesiz bunu daha da ileri götürenler de var.
Tüm bunların birinin oturup beklenen karı hesaplamış olabileceği anlamına geldiğini sanabilirsiniz. Ama aslında o kadar kolay değil. Beklenen karı hesaplamak oldukça zor. Bundan para kazanmak için çok sıradışı olmanız lazım ve aslında insanların yapacakları hamleleri tahmin etmeye çalışmak daha kolay.
Uzun dönem karları hesaplamakta sıradışı olsanız bile, yatırım yapacak parayı nereden bulacaksınız? Stratejinizin doğası gereği yapmak istediğiniz yatırım diğer herkese çok saçma gelecektir. Başarılı olsanız bile şans deyip geçecekler. Ve hisseleriniz iyi gitmezken (ki çoğu zaman böyle olacak, çünkü sizin hesaplarınız uzun dönem hesapları) bu durumu sizin başarısız ve güvenilmez olduğunuzu kanıtlamak için kullanacaklar, dolayısıyla destekçileriniz de paralarını geri çekecekler.
Korkutucu olan şey, pazar dışarıya açıldıkça, hem daha çok insan para yatırabiliyor, hem de paranın içeride dolanması daha hızlı hale geliyor. Dolayısıyla ticaret ciddi analizler yerine spekülasyonlar üzerinden yapılıyor. Bu durum korkutucu, çünkü borsanın esas amacı hangi girişimin toplumdan destek alıp ileride değer kazanacağını teşhis etmekti. Keynes'in dediği gibi "Bir ülkenin sermaye gelişimi kumarhanenin yan ürünü olduğunda, bu işte bir yanlışlık var demektir".
En iyi çözüm muhtemelen, her hisse alım-satımına küçük bir vergi koymak. Tonlarca para toplamanın dışında (minik bir verginin bile yıla 100 milyar dolar toplayacağı tahmin ediliyor.), Wall Street'deki tüm beyinlerin sandalye kapmacayla vakit kaybetmek yerine, gerçekten işe yarar bir şeylere yönelmelerini sağlayabilir.
Borsayı çözsek bile, hala azımsanamaz bir belirsizlik var. Çünkü yeni yatırımların mantıklı olup olmadığı ülke ekonomisinin iyi gideceği varsayımına bağlı. Ülke ekonomisinin iyi gitmesi de yeni yatırımlara bağlı. Sonuç olarak, yatırım geleceğin ne getireceğinin dikkatlice hesaplanmasından çok, bizim hayvansal ruhumuza ve iyimserliğimize bağlı. Ani yükselme ve düşüşlerin daha abartılı olması, dolayısıyla içinden çıkmanın zorlaşmasının sebebi bu.
Daha da beteri, bu tüm ekonominin iş adamlarını mutlu tutmaya bağlı olması anlamına geliyor. Eğer Obama'nın seçilmesi iş adamlarını mutsuz edecekse, yatırımlarını geri çekip ekonomiyi düşürebilirler. Bunun kasıtlı olmasına da gerek yok - sadece Obama'nın ekonomi için kötü olduğunu düşünmeleri yeterli. Ve eğer sistem iş adamlarının mutluluğuna bağlıysa, aynı şekilde iş adamlarının korkuları da gerçek çıkmak zorunda oluyor.
Bunun sonucunda, Keynes'in dediğine göre, zenginlerin her sıkıntısında ekonominin etkilenmemesi için hükümetin konuya dâhil olması gerekiyor.
İşin gelir kısmını böyle hesaplıyoruz, peki ya giderleri? Çoğu gider zaten bariz - alet ve malzeme alıp, insanları işe almanız lazım. Ama esasen gelecekte satacağınız şeyleri üreteceğiniz için, esas ihtiyacınız olan para kazanana kadar gerekli olan sermaye. Ve sermayenin masrafı da faiz. (%5 faizle bir milyon dolar kredi almanız, o parayı şu an kullanabilme hakkı için elli bin dolar veriyor olmanız anlamına geliyor.) Dolayısıyla faizin düşmesi yatırımları arttırıyor - para edinmenin masrafını azaltıyor, o da bir şeyler üretmenin masrafını azaltıyor, bu da karı arttırıyor. Ve eğer kar artıyorsa, üretim de arıyorsa, daha çok insana istihdam sağlanır. Peki, bu faizi kim belirliyor?
Eğer faiz paranın masrafıysa, cevap da dolaşımdaki paranın miktarıdır. Etrafta çok para dönüyorsa, ucuza edinmeniz kolaydır. Yani, temelde işsizlik dönen paranın azlığından kaynaklanıyor: daha çok para (insanların biriktirmediğini varsayarak) daha düşük faiz demek, düşük faiz (beklenen karın düşmediğini varsayarak) daha fazla yatırım demek, daha fazla yatırım (insanların satın almaya devam ettiklerini varsayarak) daha fazla istihdam demek, ve daha fazla istihdam daha yüksek fiyat demek, bu da daha fazla paraya ihtiyacımız olduğu anlamına geliyor.
Para, merkez bankası tarafından yaratılır, faiz istenilen orana gelene kadar yeni para basılır (bu da hükümetin borçlarını almak için kullanılır). Ekonomiyi yoluna koymak için tek yapmaları gereken; yatırım tekrar yükselene ve istihdam artana kadar faiz oranlarını düşük tutmaktır.
Ama gözden kaçan bir nokta var: faiz sıfırın altına düşemez. (Keynes bu problemi pek olası görmemiş, ama şu anda ABD'de olan bu.) Faiz sıfırın altında olmasına rağmen işsizlik varsa ne yapacaksınız?
Milyarderlerin malikâneler yaptırmak için hepimizi işe almasına dua edebilirsiniz, ama ülke ekonomisi buna bağlanamaz. Hükümetin devreye girmesi lazım. Milyarderlerin keyif-kubbeleri yaptırmasını beklemektense, hükümet ihtiyacımız olan şeyleri (yol, okul, ev, internet vs.) inşa etmesi için insanları işe alabilir. Herhangi bir iş için insanları işe alabilirler. Dolayısıyla piyasayı canlandırmak için ayırılan paranın denetlenmesi çok saçma - paranın harcanması ekonomiyi canlandıracak olan şey aslında.
Başka bir çözüm de, geliri tekrar dağıtmak olabilir. Fakir insanların milyarderlerden daha çok para harcaması daha mümkün. Dolayısıyla milyarderlerden biraz para alıp, fakirlere dağıtsak, fakirler ihtiyacı olan şeyleri alacak ve bu şeyleri yapan firmalar istihdam sağlayacak.
Paranın bir tür yanılsama olduğunu unutmayın. Gerçekte, bir şeyler isteyen ve bir şeyler üreten insanlar var sadece. Ama çok saçma bir durumda sıkıştık: bir şeyler yapmak için iş arayan bir sürü insan var - hatta başka hiçbir şey yapmıyorlar - aynı zamanda bir şeylerin üretilmesini isteyen de birçok insan var. Bu konu hakkında bir şey yapmamak çok saçma çünkü tüm yeşil kâğıtlar bazı insanlarda sadece.
Kapitalizmin sürekli yükseliş ve düşüşlerle ilerlediği gözüküyor. Bazılarına göre çözüm yükselişleri engellemek - faiz oranlarını arttırırsak eğlence çok büyümez, sonraki sabah pişmanlıklarla uyanmayız. Keynes ise karşı çıkıyor: "çözüm yükselmeleri engelleyip sürekli düşüş halinde kalmaktansa, düşüşleri engelleyip sürekli yükselişte kalmak."
Dot-com dönemini hatırlayalım, risk yatırımcıları tüm paralarını sokakların altına fiber-optik kablo döşemeye yatırıyorlardı. Doğru çözüm merkez bankasının faiz oranlarını arttırıp, yatırımcıların fiber işinin karlı olmadığını anlamalarını sağlamak değil. Doğru çözüm paralarını alıp, bu parayı yemek ve kıyafet gibi daha zaruri şeylere harcayacak olan fakirlere vermek.
Dolayısıyla Keynes'in başarılı bir ekonomi için reçetesi: düşük faiz oranları, devlet desteği ve gelirin fakirlere dağıtılması. Aslında belli bir süre zarfında - 1940'lardan 1970'ler arası yaptığımız şey buydu ve sonuçlar büyüleyiciydi. Ekonomi güçlendi, eşitsizlik yok oldu ve herkesin işi vardı.
Ama 1970'lerden itibaren, zenginler karşı saldırıya geçti. Eşitsizliğin - ve varlıklarının yok olmasını izlemeye dayanamadılar. Klasik ekonomi anlayışı güçlendi, Keynes'in fikirlerini çürük bellediler, faiz oranları keskin bir şekilde yükseltildi, milyonlar işsiz kaldı. Ekonomi bozuldu, eşitsizlik arttı ve o zamandan beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bir süre 1920'lerden beri görülmeyen eşitsizlikten bahsedildi, sonra 1930'lardan beri görülmeyen durgunluk konuşulur oldu.
Keynes bir kez daha bu kargaşadan çıkışımız için bize yönergeler sunuyor. Esas soru bunları izleyip izlemeyeceğimiz.
Last updated